Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

23 HAZİRAN 2017

22 Haziran 2017 Perşembe 22:04
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın beraberinde getirdiği film sayısı on. İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın! Herkese iyi seyirler.


BERLİN SENDROMU

-Tutsak olmak-

‘Lore / Savaşın Gölgesinde’ adlı derinlikli dramı ile dikkat çeken Avustralyalı yönetmen Cate Shortland, politik ve duygusal altyapısı olan bir gerilime imza atmış bu kez. Avustralyalı Clare, Berlin’deki Sovyet mimarisini fotoğraflamak için Almanya’ya gelmiştir. Tesadüfen tanıştığı karizmatik beden öğretmeni Andi ile geçirdiği tutku dolu, romantik gecenin ardından evde yalnız uyanır ve kapının kilitli olduğunu fark eder. Avrupa’nın en önemli kentlerinden birinin sessiz ve ücra bir köşesinde bulunan evde hapsedilen genç kadın, sapkın ve tuhaf bir ilişki oyununun içinde bulur kendini.

Son dönemde ardı sıra çevirdiği filmlerle perdeye yansıyan Avustralyalı başarılı aktris Teresa Palmer ve Alman aktör Max Riemelt’in başrolde oldukları karanlık öykü, son derece ‘egemen’ bir yönetmenlik başarısı her şeyden önce. Çoğunluğu tek mekanda geçen gerilim yüklü dram, zarif bir duygusallık ve derin bir siyasi alt metin de içeriyor. Eski Doğu Almanya günlerinden sarkan bir yoksunluk meselesi, sapkın bir ruh durumuyla harmanlanmış. Bağımsız filmlerin ana yurdu Sundance’da yarışan yapım, Melanie Joosten’ın romanından uyarlanmış perdeye. Görüntü yönetmeni Germain McMicking’in, ana karakterin hapsedildiği evi bir organizma gibi kullanması, artı değer katıyor, benzer Hollywood yapımlarından, duygusal tonu ve içsel meselesi bakımından tamamen ayrılan filme…

Sadece gerilim ve kapkara öyküleri sevenler değil, tarihin insana ettiklerini sorgulayan rafine izleyiciler için de ilginç bir seyirlik ‘Berlin Sendromu’! Herhangi bir seyahatte, farklı öyküler yaşamış ve acılarla yoğrulmuş hemen her kenti gezerken, o kentin insanlarının duygusal dünyalarına ve hassasiyetlerine dikkat etmenin de gerek olduğunu ‘çaktırmadan’ not eden film, gözümüzün içine sokmadan ‘derin Berlin’i de gayet güzel gezdiriyor bize. Kırılgan, sert, hüzünlü ve netameli! (4 / 5)


KARA GÜN

-Belgeseli andıran bir iz sürme öyküsü-

2013 yılında Boston Maratonu esansında gerçekleşen bombalı saldırı ve sonrasında yaşanan gelişmeler üzerine içerden yapılmış, Hollywood tarzı bir kahramanlık hikayesi. Maratona yapılan vahşi terör saldırısı sonrası, zanlıları yakalamak için müthiş bir kovalamaca başlar.

Amerikan halkının kahramanlığını okşayan, milliyetçi öyküleri gayet iyi çeken ve onlara belirli bir derinlik kazandıran Peter Berg, bu kez yaşanmış bir tarihsel acının ve masumlara yapılmış vahşi saldırının öyküsünü taşımış perdeye. Korkunç terör eyleminin ardından, emniyet güçlerinin ve sıradan insanların sergilediği kahramanlık ve fedakarlıklar, filmin odağında yer alıyor. Başrolde, Mark Wahlberg’i izliyoruz. Usta aktöre, yine birçok usta isim, John Goodman, J.K. Simmons, Kevin Bacon ve Michelle Monaghan eşlik ediyorlar.

Amerikan halkının milliyetçi damarını hedef alan film, sokaktaki sıradan Amerikalıdan, fedakarca çalışan emniyet mensuplarına dek, hain terör tehdidi karşısında, halkın tek yürek olduğu gerçeğini taşıyor perdeye. Tobias A. Schliessler imzalı görüntü yönetimi, an be an aktüel kamera ile görüntülenmiş kaçma-takip-yakalama sahnelerini, adeta bir belgesel gerçekliğine bürümüş. Çatışma sahnesinin hakikiliği, gerçekten sinematografik açıdan üst düzey. Bu tip filmlerin olmazsa olması hamasi söyleme çok takılmazsanız, yaşanmış olayları gayet iyi bilseniz bile, sürükleyici yapım, ilgi ve merakla izletiyor kendini rahatlıkla. (2,5 / 5)


SARI SICAK

-Sıkışmış hayatlar üzerine-

36. İstanbul Film Festivali’nde, ‘Ulusal Altın Lale’yi kazanan ‘Sarı Sıcak’, yazarı ve yönetmeni Fikret Reyhan’ın ilk uzun metrajı. Festivalden, ‘En İyi Film’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Aytaç Uşun), ‘En İyi Görüntü Yönetimi’ (Marton Miklauzic), ‘En İyi Kurgu’ ödülleriyle dönen dram, üretim ilişkilerinin değişmesine paralel olarak, sermayenin el değiştirmesi ve bu değişimden etkilenen küçük insanların ‘çıkışsız’ hikâyelerini yansıtıyor perdeye.

Endüstrileşmenin artmasıyla fabrikaya yenik düşen tarlalar ve sahipleri. Tarlalarını geleneksel yöntemlerle yaşatmaya çalışan göçmen ailenin mücadelesi ve çıkmazı. Ailenin en küçük oğlu olan İbrahim, kendi kaderini çizme, farklı bir geleceği yaşama derdinde. Tırlarda uzun yol şoförü olmak istiyor. İlerde bir de tır sahibi olmak, uzaklara gitmek sevdası. Bölgede yaşanan acımasız ve adaletsiz sistem dışında bir de feodal aile yapısının ona dayattığı baskı var üzerinde! Kolay değil hayal kurmak; imkansızlık, yoksulluk ve olanca yoksunluğun ortasında düşlere tutunmak.

Yürekli, hakiki, yalın, ‘neyse o’ olan bir film ‘Sarı Sıcak’. Numarasız, süssüz, ‘bilmiş, ukala söylemlerden’ kaçınan, mütevazı, ayakları yere basan, olanaklarını sonuna kadar kullanmış, meselesine gayet hakim, bir ilk film olmasına rağmen neredeyse ‘usta işi’ bir yapım perdede duran. Ah! nedir o gazozlar öyle. O ümitsiz molalar, tedirgin, birbirinin aynı voltalar, o odalar, evler, tarlalar, hapsolmuş suskunluklar, kaçamayışlar, tutsaklıklar, yenilgi, onur, umut, korku, hasret ve bütün o gerçek karakterler...

Başrol oyuncusu Aytaç Uşun, rolü üzerine giyinmiş. Enfes performansını takip etmek şart! Son dönemin usta ismi Mehmet Özgür ise yine çok iyi. Meseleye içeriden bakan, nitelikli, ustalıklı görüntü yönetimi, matematik kurgusu, metni ve yönetimiyle; karşımıza arada bir çıkan ve biz ‘tutkulu’ sinema yazarlarını heyecanlandıran, coşku veren bir film; ‘şiirimiz karadır’ diyen ‘Sarı Sıcak’. Kuru bir sıcağın tam ortasında, değindiği ‘dertleri’, bölgeyi ve insanları çok iyi tanıyan, çıkışsızlığın kekremsi umutsuzluğunu bünyeye salan, ‘sahici’ filmi kesinlikle kaçırmayın lütfen. Bu yürekli, yaman genç sinemacıya sahip çıkın. Yanındayız deyin, elinizi usulca omuzuna koyarak. (4,5 / 5)


Cannes’de prestijli ödül ‘Altın Kamera’ için yarışan yarışan, Vatche Boulghourjian’in Lübnan-Fransa ortak yapımı ilk uzun metraj kurmacası ‘Tramontane / Dağların Ardında’, Berlin, İstanbul, Malaga ve Buenos Aires film festivallerinden ödüllerle ayrılan İspanyol yapımı dram ‘Estiu 1993 / 93 Yazı’, Michael Bay imzası taşıyan, popüler bilim-kurgu aksiyon serisi Transformers’ın beşinci filmi olan ‘Transformers: The Last Knight / Transformers 5: Son Şövalye’, Almanya’dan çıkagelen ve özellikle küçük izleyiciye seslenen üç boyutlu animasyon ‘Die Häschenschule / Tavşan Okulu’ ve üç yerli yapım, popüler ve rekortmen komedi serisinin beşinci filmi olan ‘Recep İvedik 5’, kadrosunda Cem Özer’in yer aldığı bir diğer komedi ‘Tatlı Şeyler’ ile birlikte, yıllar sonra çevrilmiş devam filmi olan korku-gerilim türündeki ‘Büyü 2’, haftanın; notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Herkese tekrar iyi seyirler! MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar