Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

22 HAZİRAN 2012

21 Haziran 2012 Perşembe 22:28
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu haftanın sekiz yeni filminden notlarımız arasında yer alan film sayısı altı. Adına basın gösterimi düzenlenmeyen “Piranha 3DD” ve izleme şansı bulamadığımız gençlik komedisi “Skor Sıfır / The Inbetweeners Movie” dışındaki bütün yapımlar aşağıda sizi bekliyor. Filmler, yaz sıcağına inat sizleri serin salonlara davet ediyorlar. Bu davete kayıtsız kalmayın! Neydi, içinizde yaşayan sinemadan çıkmış insana iyi bakıyorsunuz. Çünkü sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu! Herkese iyi seyirler.

KIRIK MİDYELER
Seyfettin Tokmak’ın ilk kurmaca filminin senaryosu, Kenan Kavut imzalı. İstanbul’un küçük insanı yok eden karanlık ve dipsiz kuyusunda, çaresiz, gariban karakterler. Kenar mahallelerde, bozuk düzen kaldırımlarında, göçmenlerin, kaçak işçilerin, meteliksiz garibanların, karamsar resmi. Tek göz, bekâr odalarında verilen yaşam mücadelesi. Dibe vurmuş, tamamen çaresiz karakterler geçidi. Organ mafyası, fuhuş, eroin ticareti ve akla gelebilecek türlü kanunsuz işler arasında bir an evvel ‘sabah olmasını’ isteyen iki küçük çocuk. Mardinli Hakim ve Faysal… Almanya’daki akrabalarının yanına gitmek istiyorlar. ‘Yırtmak’ hayalleri. Yol parası biriktirmek için önlerine ne çıkarsa saldırıyorlar. Faysal, bir lokantada bulaşıkçılık yaparken, Hakim, midyecilik yapmanın yollarını arıyor. Kumkapı’da çoğunlukla kaçak göçmenlerin barındığı döküntü bir pansiyon. Komşularından biri de, Bosnalı yaşıtları kalp hastası güzel kız. Ona ameliyat parası bulmak için çırpınan annesi… Oldukça karanlık resim, çekilmiş birçok benzeri arasındaki yerini alıyor. Söylenen yeni bir şey olmasa da, söylemdeki naif ve samimi yapı, ‘ilk filmin’ çoğu eksisini törpülüyor. Prömiyerini 31. İstanbul Film Festivali’nde yapan ve Altın Lale için yarışan on üç filmden biri olan “Kırık Midyeler”in başrolünü üstlenen iki küçük aktör, ilk defa kamera karşısına geçmişler. Uğur Barış Mehmetoğlu ve Seydo Çelik. İkisi de çok iyiler. Engin Benli, Volga Sorgu, Selma Alispahic, Enzo Ikah ve İpek Kızılörs filmin diğer isimleri. ‘Yusuf ile Kenan’a saygı ve sevgilerini yolluyorlar adeta Hakim ile Faysal…

RUH EŞİM
2005 tarihli dinamik “C.R.A.Z.Y. / Çılgın” ve 2009 yapımı başarılı kostümlü drama “The Young Victoria / Genç Victoria” ile tanıdığımız Kanadalı sinemacı Jean-Marc Vallée, bol karakterli bir romantik dramla karşımızda. İki paralel hikâye izliyoruz. Biri günümüzde, diğeri 1960’larda geçiyor. Montrealli DJ Antoine, mutlu olması için her şeye sahiptir görünürde. Maddi sorunu yoktur. İki güzel, sağlıklı çocuğu, aşık olduğu güzel bir sevgilisi vardır. Anne-babası hayattadır. Herhangi bir sağlık problemi de yok ama… ‘Ama’sı var işte! Ayrılmış olduğu ve çocukluktan beri bir elmanın yarısı olduğuna inandığı çocukluk aşkı Carole’u kafasından, dolayısıyla hayatından atamamıştır halen. Aynı ikilem Carole için de geçerlidir. ‘Başka’ ve yeni bir hayat kurmak için çabalayan kadın, sevdiği adamı düşünmekte ve sık sık bir anlam veremediği kâbuslar görmektedir. Gördüğü kâbuslar; tanımadığı bir kadın ve çocuğuyla ilgilidir. 1960’ların Paris’ini izleriz bu arada. Carole’nin gördüğü karanlık rüyalardaki kadın, down sendromlu oğlunun üzerine titreyen, onu ‘normal’ yaşıtlarıyla aynı koşul ve şartlarda büyütmek isteyen fedakâr anne Jacqueline’dir. Down sendromlu çocuk, dış dünyaya ve kendisinin tıpatıp benzeri kıza ilgi duymaya başlayınca, anne-oğul arasındaki ilişki, olağan seyrinden uzaklaşmaya başlar. Son derece duygusal, hüzünlü, yürek burkan bir öykü, perdedeki. Vallée için, kişisel bir yanı var meselenin; filmi de annesine adamış yetenekli yönetmen. Vanessa Paradis’in canlandırdığı anne karakteriyle, Vallée’nin annesinin adları da aynı zaten. Anne-oğul ilişkisinin garip karanlığında, yerine başka bir şey konamayan bir aşk. Aşk, sevgi ve tutkunun, saplantılı, hastalıklı yanları. Bırakamamak, azat edememek… Reenkarnasyona bağlanan öykü, bu sebeple bazılarını tatmin etmiyor sanki. Erkeğin korunaksız, tek başına zorlanan yalnız doğasıyla, down sendromu arasında benzerlik kurmak da rahatsız edici kuşkusuz. Bütün bu ‘takıntılı’ noktaları ötelediğinizde, karşınıza son derece düzgün, samimi anlatılmış ve hedefi bulmuş, bir öykü çıkıyor. Biçim ise dört dörtlük. Dinamik kurguyu besleyen atmosfer ve zengin soundtrack çok iyi.

AŞK PERİSİ
2008 tarihli “Rumba” ile büyük bir çıkış yapan üç sanatçının yeni filmleri, yine bol hüzün içeren bir kara komedi. Aynı “Rumba gibi”, yine dans, pandomim ve müzik var işin içinde. On yılı aşkın süre tiyatro sahnesinde ve komedi şovlarında birlikte çalışmış Belçikalı Dominique Abel, Kanadalı Fiona Gordon ve Fransız Bruno Romy’nin yeni filmleri, orijinal adıyla “La Fée”, 31. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşmuştu. Le Havre’daki küçük bir otelin gece görevlisi olarak çalışan Dom, peri olduğunu söyleyen garip müşteri Fiona ile karşılaşınca, çok sıradan geçen hayatı bambaşka bir hal alır. Dom’dan üç ‘şey’ dilemesini isteyen Fiona, gerçekleşen iki dilekten sonra ortadan kaybolunca, Dom, Fiona’yı aramaya başlar. Alışılmışın dışında, absürt estetiğe ve farklı bir anlatıma sahip öykü, Jacques Tati sinemasına ve Buster Keaton filmlerine saygı sunmayı unutmuyor. Gündelik hayatın son derece katı, adaletsiz, zalim, soğuk yüzü karşısında, varoluş dertlerini kaşıyıp, sevgi ve umudu bir reçete olarak sunan sıcak film, aynı “Rumba” gibi, buruk bir gülümsemeyle izleniyor.

RUHLAR OTELİ
‘Hiç özel efekt kullanmayacağım’ diye kendini sıkan ve klasik korku öğeleriyle korkutmaya çalışan bağımsız karakterli film, bazı sahneleriyle ürkütse de; dağ fare doğuruyor ve ‘bu muymuş?’ deniyor ister istemez finalde. Türe yüreğini koymuş Ti West’in yazıp yönettiği korku-gerilimde önemli rolleri; Sara Paxton, Pat Healy ve eski ‘çekici güzelliğinden’ çok şey kaybeden Kelly McGillis üstleniyorlar. Kapanmak üzere olan ve son günlerini yaşayan yüz senelik Yankee Pedlar Inn otelinin iki çalışanı, çok az sayıda müşteriye hizmet vermektedirler. Aslında iki çalışan, otel hakkında anlatılan hayalet hikâyelerini ve meydana geldiği söylenen doğaüstü olayları araştırmaktadırlar bir yandan. Oteldeki müşteriler ise, karanlık efsanelerin, gerçeğe dönüşmesinde kilit rol oynayacaklardır. Sadece türün hayranları için diyelim…

SERT RÜZGÂRLAR
Yürek parçalayan Fransız yapımını aktör-yönetmen Jalil Lespert yönetmiş. Olivier Adam’ın romanından perdeye uyarlanan sarsıcı dram, bir kayıpla baş etmenin zorluklarını ve adına hayat dediğimiz zorlu ve acı dolu yolculuğun yok edici taraflarını incelemiş. Benoît Magimel’in başrolü üstlendiği hüzünlü filmde, yetenekli aktöre Isabelle Carré ve konuk oyuncu olarak Audrey Tautou eşlik ediyorlar. Sarah, eşi Paul’e evliliklerinden çok sıkıldığını söyler ve hemen ertesi gün ortadan kaybolur. Paul iki küçük çocuğuyla bir başına kalmıştır. Önceleri herkes Paul’den şüphelenir. Ağabeyinin yanına, doğup büyüdüğü taşraya taşınma kararı alır Paul bir yıl sonra. Ama Sarah’ın bir gün geri döneceğinden emindir. Varoluş problemleri, ‘başka bir gezegenin cehennemi olduğunu fena halde hissettiren’ dünyanın hali ve adaletsiz düzenin içinde çırpınan sıfıra indirilmiş ‘insan’ üzerine satırbaşları yapan dram, son derece karanlık ve başarılı. Kabul etme ve devam etme mecburiyetinin içli resmi öte yandan!


CAN YOLDAŞIM
2003 tarihli “Dreamcatcher / Düş Kapanı”ndan bu yana sinemaya ara veren Lawrence Kasdan, bir aile filmiyle beyazperdede. Orijinal adıyla “Darling Companion” adlı film, sahipsiz bir köpeğin hayatlarını değiştirdiği bir çift ve etrafındakilerin öyküsü. Başrollerini Diane Keaton ve Kevin Kline’ın üstlendiği yapımın kadrosunda, Dianne Wiest, Richard Jenkins ve Sam Shepard’tan kurulu usta oyuncular var. Sevgi, aşk, karı-koca ilişkileri; hayvan sevgisi ve Kasdan’ın çok sevdiği ‘ortaya karışık insanlık halleri’. Buraya kadar her şey iyi ama sonuç olumlu değil. Kasdan, “The Big Chill”, “The Accidental Tourist” ve özellikle “Grand Canyon”dan sonra insan ilişkilerinde anlatacaklarını tüketmiş sanki. Bir TV filmi biçiminde olan yapım, salondan çıkarken, hatta çıkmadan unutuluyor maalesef.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar