Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

15 HAZİRAN 2012

14 Haziran 2012 Perşembe 22:14
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Yeni haftanın filmleri, eksiksiz olarak notlarımız arasında! Tim Burton imzalı zeki kara komedi, Pawlikowski’nin yıllar sonra çıkagelen gizemli varoluş öyküsü, “Persepolis”in yaratıcılarından yine özel bir şiir ve özellikle babalar ile oğullarına seslenen ‘futbol’ katkılı yol filmi, haftayı zenginleştiriyor. İçinizde yaşayan kısa ömürlü yaratık ‘sinemadan çıkmış insana’ çok iyi bakın lütfen! Çünkü sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu!

GİZEMLİ KADIN
Polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski, 2004 tarihli “My Summer of Love / Aşk Yazım” adlı bol ödüllü romantik dramdan yedi sene sonra yeniden karşımızda. ABD’li yazar Douglas Kennedy’nin 2007’de yayımlanmış ‘The Woman in the Fifth’ adlı romanından Pawlikowski imzasıyla perdeye yansıyan serbest uyarlamada başrolü Ethan Hawke üstleniyor. Kristin Scott Thomas, filmin bir diğer önemli ismi. Netameli ve muallak bir Hitchcock evreninde geçiyor öykü. Amerikalı yazar, hayatını düzene sokmak için Paris’e geliyor. Aslında bozulmuş düzenini onarabilmek için. Eski eşi, kızını görmesini mahkeme kararıyla engellemiştir ve yazarın yaşadığı psikolojik sorunlar, hayatına giren gizemli bir kadının varlığıyla daha da derinleşir. Hayatla baş etmek, bazen düşündüğümüzden de zordur diyen film, kurduğu tekinsiz evrende; başlı başına ‘yaşıyor olmanın’, ürkütücü ruh halini yansıtmış. Yalnızlığın, hayatımızdaki kırılma noktalarının, kaçıp sığındığımız limanların aldatıcı gerçekliği üzerine gerçek ve hayalin birbirine karıştığı emsalsiz bir kâbus tablosu! Gerilim, bir süre sonra acı bir varoluş meselesine dönüşüyor. Türlü zorluklar ortasında kalmış bir ruh. Üşüyen, yara bere içinde, bomboş. Yeniden başlamanın yok eden tedirginliği. Acımasız dünyada eskisi gibi olabilmenin, hissetmenin imkânsız ‘geniş zamanı’. Öykü, yönetim, oyuncular, kamera, her şey gayet iyi fikrimce. 31. İstanbul Film Festivali’nin programında da yer almış bu karanlık anlatıyı kaçırmayın!

KARANLIK GÖLGELER
1966-1971 yılları arasında ABC kanalında yayımlanan ve kısa sürede bir fenomen halini alan TV dizisinin hayranları arasında Tim Burton da olunca, Dan Curtis’in yarattığı kült dizinin yılar sonra gerçekleşen beyazperde uyarlaması, doğal olarak ona kalmış. Aşkına karşılık alamayan bir büyücü tarafından lanetlenen ve vampire dönüşen Barnabas Collins, toprağın altındaki tabutta 200 sene bekledikten sonra, tanımadığı bambaşka bir dünyaya uyanır. 1970’lerin başındayızdır ve Barnabas’ın şatosunda, yeni nesil akrabaları yaşamaktadır artık. Aile kavramına çok önem veren Barnabas, kusurlu akrabalarına ve ailenin bozulmuş düzenini el atar hemen. Ezeli düşmanı Angelique Bouchard, ise çekiciliğinden ve şeytaniliğinden en ufak parça kaybetmemiş biçimde Barnabas’ın karşısına dikilir. Değişmeyen şeylerden biri de, lanetlediği adama duyduğu delicesine aşk ve tutkudur! Başrolü üstlenen Johnny Depp, yine bilindiği gibi! Güzeller güzeli Eva Green, bu kez şeytanı çekiciliğine denk düşen bir rolde karşımızda! Asla ‘eskimeyen’ Michelle Pfeiffer, özel aktris Helan Bonham Carter, yükselen yetenek Chloë Grace Moretz, Jackie Earle Haley ve Jonny Lee Miller, aile içi kadroyu oluşturuyorlar. Konuk isimler ise karanlıklar prensi Christopher Lee ve ‘modası asla geçmeyen canavar’ Alice Cooper. 1970’lerde geçen anlatı, büyüsü kaçmış dünyanın tam ortasında geçen eleştiri yüklü bir kara mizah. Tim Burton’un alışageldik fantastik dünyası, fazlasıyla yansımış perdeye. Yapım tasarımı ve soundtrack her şeyiyle 70’leri çıkarıyor karşımıza. The Moddy Blues imzalı klasik ‘Nights in White Satin’ müthiş yakışmış açılış jeneriklerine… Iggy Pop, Deep Purple, The Carpenters, Elton John, Curtis Mayfield, Black Sabbath, Barry White, Alice Cooper ve The Killers, şahane soundtrack’ın diğer ünlü isimleri. Barnabas Collins’in uyandığı zaman karşısına çıkan ‘şeytani’ göndermeli McDonalds logosu enfes! Kapitalist ahlaka ve çıldırmış dünyaya, psikiyatri biliminden tutun, hırsa ve kibire dek çıkarcı ve ‘kötücül’ olan ne varsa saldıran Tim Burton anlatısı, eğlenceli ve titiz bir çalışma!


AZRAİL’İ BEKLERKEN
2007 tarihli etkileyici animasyon “Persepolis”in yaratıcıları İranlı Marjene Satrapi ve Fransız Vincent Paronnaud’dan şiir gibi bir film daha! Orijinal adıyla “Poulet aux prunes”, 50’li yılların İran’ını masalsı bir tarzda yansıtıyor perdeye. Eşinin kırdığı kemanının ardından hayata küsen keman virtüözü İranlı Nasır Ali Han’ın trajedisi. Mutsuzluktan üşüyen ve ölmeyi seçen Nasır Ali, kendisini almaya gelecek olan Azrail’i, odasında tek başına beklerken, kendinin ve dolayısıyla ülkesinin yitirdiği aşkı, mutluluğu ve şiiri anar! Uzaklarda kalmış bir düştür artık hayat onun için! Yapım, son derece hüzünlü, narin bir biblo gibi… Çok şık. Bir Behrengi masalı okuyormuş gibi her şey! “Persepolis”in ardından, İran’ın içli tarihine bir ağıt daha! Bu kez siyaset biraz daha törpülenmiş. Asla az değil, daha da ustaca eklenmiş anlatıya. Eski güzel günlere, aşka ve düşlere edilmiş vedanın melankolik öyküsü, zaman zaman Satrapi ve Paronnaud’un çizgileriyle de buluşuyor. Usta aktör Mathieu Amalric başrolde döktürüyor. Yarı biyografik bir hüzün masalı da denebilir; diğer yandan narin referanslarla sinema tarihine sevgiler sunan bu sıcak filme!

BABAM İÇİN
Türkiye-İngiltere ortak yapımı, ülkemiz yapımcılarının da imzasını taşıyor. Mevzu, 25 Mayıs 2005’te İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda gerçekleşen Avrupa Şampiyonlar Ligi Finali. İngiltere’nin Liverpool ve İtalya’nın Milan takımları arasında oynanan final, müthiş bir mücadeleye tanık olmuştu. Maçın ilk yarısı Milan’ın 3-0’lık galibiyetiyle kapanmış; bu iş bitti diyenler, karşılarında bambaşka bir Liverpool bulmuşlardı ikinci yarıda. İngilizlerin üç golüyle maç uzatmaya gitmiş; orada da eşitlik bozulmayınca, penaltılara kalmıştı iş. Kupanın sahibi, 3-2’lik penaltı galibiyetiyle Liverpool oluyor; İngiliz takımının ünlü şarkısı stadı kaplıyordu: ‘You’ll Never Walk Alone! / Asla Yalnız Yürümeyeceksin!’. Yüksel Aksu imzalı “Entelköy Efeköy’e Karşı” filminin yapımcısı olan Galata Film’in ilk uluslararası ortaklığı; oldukça duygusal bir aile filmi. Sporun, belki de en popüler branş olan futbolun birleştirici, büyüleyici, insancıl etkisini, romantik bir hikâyede işlemiş, belgesel kökenli yönetmen Ellen Perry, ilk uzun metraj kurmaca denemesinde. Annesini yitirmiş ve yatılı okulda yaşayan 11 yaşındaki kahramanımız Will, üç senedir görüşmediği babasıyla tekrar karşılaştığında; artık yeni yuvasını bulduğuna inanmaktadır. Sıkı bir Liverpool taraftarı olan Will’e babası, İstanbul’da oynanacak Liverpool-Milan, şampiyonlar ligi final maçına iki bilet almıştır. Babasının talihsiz ölümü sonrası, Will büyük hayal kırıklığına uğrar: tekrar yalnız kalmıştır. Babasının anısı, yeniden başlayabilmek ve belki de hayattaki tek umudu olan final maçına gidebilmek için okuldan kaçıp, İstanbul yollarına düşer Will. Yol boyunca başka başka insanlarla karşılaşacak, hayatın acı tatlı yanlarına şahitlik edecek, belki de büyüyecektir… Karşılaştığı acılar ve haksızlıklar karşısında; ‘bu hayatta her şey sahte’ diyen küçük çocuğun umuda yolculuğu; bir yol hikâyesinde anlatılmış. Naif öykü, özünde; sevecen, hoş bir seyirlik. Küçük Will rolünde Perry Eggleton’u izliyoruz. Damian Lewis, Kristian Kiehling, Alice Krige ve usta aktör Bob Hoskins; diğer önemli rolleri paylaşıyorlar. Çekimlerinin bir kısmı, İstanbul ve Bursa-Cumalıkazık köyünde gerçekleşen duygusal filmde, “Behzat Ç.”nin Savcı Esra’sı olarak tanıdığımız Canan Ergüder de rol alıyor. Liverpool tarihinin efsane isimleri; Kenny Dalglish, Jamie Carragher ve Steven Gerrard ise, yine filmin konuk oyuncu kadrosundalar. Naif, sıcak, bazı anlar hüzünlü, küçükler, futbol sevdalıları ve tabii ki Liverpool taraftarları için hoş bir seyirlik “Will / Babam İçin”.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar