Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

11 MAYIS 2012

10 Mayıs 2012 Perşembe 21:31
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Altı filmlik vizyonun notlarımız arasında bulunmayan üç filmi, yerli komedi “İkizler Firarda”, Katherine Heigl’e başrole taşıyan komedi macera “Aşk ve Para / One for the Money” ile aynı adlı ünlü dans gösterisini üç boyutlu olarak perdeye taşıyan “Anadolu Ateşi”… Yönetmen dostumuz Seyfi Teoman’ı yitirdiğimiz bu haftayı, onun bize miras bıraktığı iki uzun metrajını, “Tatil Kitabı” ve “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”i izleyerek geçirebiliriz. Seyfi Teoman’ı, dostluk, sevgi ve saygıyla her daim anacağız! Bu arada tekrar edelim, kaçıncı kere olduğu önemli değil! İçimizde yaşayan ‘sinemadan çıkmış insana’ iyi bakalım. O bunu fazlasıyla hak ediyor çünkü sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu! Herkese iyi seyirler.

CAN DOSTUM
Asla bir araya gelemeyecek iki karakter. Farklı sınıflardan, farklı sosyo kültürel yapılardan, bambaşka iki adam. Geçirdiği yamaç paraşütü kazası sonrası boyundan aşağısı felç olan zengin aristokrat Philippe ve bakıcı olarak işe aldığı Senegalli göçmen Driss. Zıt karakterlerin güçlü bir dostluğa uzanan duygusal öyküsü, ülkesi Fransa’da bütün zamanların gişede en başarılı Fransız filmi unvanına erişmiş. Usta aktör François Cluzet ve bu yıl, César ödüllerinde “Artist”in başrol oyuncusu Jean Dujardin’i geride bırakarak ‘En İyi Erkek Oyuncu’ seçilen Ömer Sy’ın başrolleri paylaştığı duygu dolu dramın iki yönetmeni var. Olivier Nakache ve Eric Toledano. Gerçek bir öyküden uyarlanmış, ikilinin senaryosunu da birlikte kaleme aldıkları film. Daha doğrusu bir belgeselden. Felçli milyoner Philippe Pozzo di Borgo ile hastabakıcısı Arap genç Abdel arasındaki dostluğu anlatan “A la vie, a la mort” adlı belgesel, son dönemde yabancı düşmanlığının iyiden iyiye körüklendiği Fransa’da, başka sınıf ve uyruklardan iki erkeğin dostluk öyküsü çerçevesinde, insancıl ve etkili bir rüzgar estirmişti. “Bayan Daisy’nin Şoförü / Driving Miss Daisy”yi anımsatan öyküsü, ‘gibi yapmayan’, gerçekten duygusal olan atmosferi ve başarılı oyunculuklarıyla hoş bir film orijinal adıyla “Intouchables”. Hollywood versiyonu için çoktan harekete geçilen Fransız yapımı, hemen her hücresine sinmiş Hollywood biçimi ve anlatımıyla hafif bir öykü olsa da, samimiyeti, doğallığı ve uyandırdığı hislerle, hoş bir seyirlik olmayı başarıyor. Dürüstlük, güven, doğruluk, paylaşım, aşk, sevgi, en değerli değer dostluk, aile, iddialar ve kulak memeleri üzerine iç ısıtan ve düşündüren sözler sarf eden yapım, sinema çıkışı; insanı hafifleten, omuzlarını gevşeten bir etki yaratıyor sahiden!

KORUYUCU
Gecesiyle, gündüzüyle, metrosuyla, marketiyle, her türlü mafyasından, polisine; asla uyumayan şehri, büyük elmayı, New York’u fon alan tempolu aksiyon hiç de fena değil. Türe gayet ince bir duygusallık, tavizsiz bir sertlik ve gerçeklikle yaklaştığı için öncelikle. Yeni neslin aksiyon yıldızlarından biri haline gelen ‘adalı’ aktör Jason Statham’a, 11 yaşındaki sempatik aktris Catherine Chan eşlik ediyor. Robert John Burke, Chris Sarandon ve emektar aktör James Hong yan rollerde akılda kalıyorlar. Matematik dehası küçük Çinli Mei’yi kaçıran Çin yer altı örgütü, küçük kızı ABD’deki işlerinde bilgisayar niyetine kullanmaktadır. Eşi cinayete kurban giden eski polis ve kafes dövüşçüsü Luke ise, sadece intiharı düşünmekteyken, peşindekilerin elinden kaçmış Mei’yi fark eder. Çin mafyası, Rus mafyası ve bir grup çürümüş rüşvetçi polisin bütün şehirde aradığı kimsesiz Mei’ye yardım eli uzatacak tek insan odur şimdi. Birbirlerinin hayatına dokunup, karşılıklı kurtarıcılara dönüşen tuhaf ikili, tehlikeli bir can pazarında bulurlar kendilerini. “Remember the Titans / Unutulmaz Titanlar” ile tanıdığımız Boaz Yakın’ın yazıp yönettiği sürükleyici film, yüzlerce cinayetin, ölümün ve bir o kadar yakın dövüş zayiatının verildiği kanlı canlı bir iş olsa da, küçük Mei’nin yardım için haykıran gözlerinden tutun, Statham’ın kol ve bilek kırmanın yanında; ruhu örselenmiş kırılgan sert adam karakteriyle; duygusal bir izleğe de sahip. Akla, Luc Besson’un “Leon / Sevginin Gücü”nü, John Cassavetes’in “Gloria”sını, Bruce Willis’li “Mercury Rising / Şifre Merkür”ü, akla getiren “Safe / Koruyucu”, son tahlilde iyi yazılmış, zeki, kısmen dokunaklı ve keyifle izlenen bir iş olmuş.

CAN
İlk kez 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izleyicinin karşısına çıkan “Can”, ulusal yarışma kapsamında, ‘Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. Senarist kimliğiyle öne çıkan Raşit Çelikezer’in ikini uzun metrajı, bağımsız sinemanın kalesi olarak bilinen Sundance Film Festivali’nde ‘Jüri Özel Ödülü’nü kazanmış ve epey sükse yapmıştı. 31. İstanbul Film Festivali’nde ‘ulusal yarışma’ bölümünde yer alan filmde başrolleri Selen Uçer ve Serdar Orçin paylaşıyorlar. Birbirlerini severek evlenen, büyük şehre kaçan ama aşklarını bir çocukla zenginleştiremedikleri için dünyaları kararan Ayşe ve Cemal’in, illegal yoldan bir çocuk sahibi olmaları ama bu zor kararın altından kalkamadıkları için cehennem dönen hayatları perdeye yansıyan. “Kafkas Tebeşir Dairesi” meselesi hissettiren ama deştiği hassas mevzuları yaşadığımız toprağa ve gerçeklere aksettiremediği için, yabancılaştıran, hatta fazla Yeşilçam rüzgârı estiren bir yapım olmuş Çelikezer’in filmi. Mülkiyet, emek, özveri, annelik, sevgi, nefret, iyilik, dürüstlük, toplumsal statüler gibi çok önemli kavram ve değerlere göz gezdirme gayretindeki öykü, inandırıcılığı bir yere kadar taşıyabiliyor ancak. Selen Uçer’in performansı ise gerçekten enfes. Son dönemde perdeye yansıyan en önemli oyunculuklardan biri, belki de en önde geleni Uçer’inki.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar