Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 EYLÜL 2011

08 Eylül 2011 Perşembe 21:36
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Vizyon gören dört filmden üçü; “Saç”, “Son Durak 5” ve “Kötü Öğretmen” notlarımız arasında. Gael Garcia Bernal ve Kate Hudson’u buluşturan romantik komedi “Bir Tutam Cennet/A Little Bit of Heaven” haftanın diğer filmi. Herkese iyi seyirler!

SAÇ
Tayfun Pirselimoğlu, hayatın arka beşlisinde oturanların filmini çekmiş yine. “Dayım”, “Hiçbiryerde”, “Rıza” ve “Pus”un ardından “Saç” ile bir kez daha ‘iyi ki var’ dedirtiyor. Prömiyerini Locarno’da yapan “Saç”, ‘anlaşılamadığı’ festivallerin ardından 30. İstanbul Film Festivali’nden ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülleriyle ayrılmıştı. Aslında, Altın Palmiye, Altın Lale, Altın Portakal, Altın Ayı, gişe raporu filan değil mesele; mesele Pirselimoğlu’nun hâlâ bildiğini çekmesi; hem de aynı ustalıkla ve son derece tavizsiz. Çok güçlü, dik duran, meselesi olan, ödünsüz, tablo gibi filmler çekiyor. Kaba, hoyrat, düşüncesiz, cahil, hemen bütün değerlerini satmış, düşlerini bile yitirmiş günümüz atmosferinde Pirselimoğlu gibilerinin varlığını hissetmek tedavi edici bir şey. Pirselimoğlu’nun resim ve edebiyatla olan göbek bağı, sinemasına da tamamen sinmiş durumda. Onu anlamak, en azından anlamaya, hissetmeye çalışmak ve dünyasını aralamaya gayret etmek önemli. İnsana katacağı duyumsamalar, ‘yaşadığımız yerin, belki de başka bir gezegenin cehennemi’ olduğu gerçeğini anımsatabilir günün birinde. Gündelik hayatı kuşatmış bu bayağılıktan kaçıp kurtulur, içsel bir zenginlik yaşayabilirsiniz belki... Kanser hastası bir perukçu ile tanışıyoruz. Az ömrü kaldığını söylüyor doktor. Boyunu ölçüyor sürekli adam. Gittikçe kısalıp, ufaldığını düşünüyor; yok olduğunu. Bir gün bir kadın giriyor Tarlabaşı’ndaki dükkândan içeri. Çok güzel, uzun saçları var. Onları satmak istiyor. Bir alış veriş merkezinde temizlikçi kadın. Parayı, ölü yıkayıcısı kocasına verecek. Adamın dostu var, içkisi var, kendine göre zevkleri var, var da var. Kesin bir yokluk egemen oysa yaşanılan yere. Bir tutku sarıyor perukçuyu.
Yeni bir başlangıç umudu. Gidecek buralardan. Televizyondan gördüğü Brezilya’ya gidecek. Hani o kan kaynatan, neşe dolu ritimlerin, karnavalların ülkesine. Kadını alıp öyle gidecek. Bu yok edici, umutsuz siyah beyazlıktan kaçıp, renkli Latin dünyasındaki yeni hayata ‘merhaba’ diyecek… Büyük bir yoksunluk içinde bütün karakterler. Acımasız ve kesin bir yalnızlıkla sarmalanmışlar. İletişimsizlik, vahşi, ahlaksız kapitalizmin, küçük insana ettikleri… Pastadan aldıkları pay belli olan diğerleri. Şehrin ‘başka’ taraflarında süren yaşam. Ülkenin acımasız hali. “Rıza” ve “Pus”un ardından yine bildik meselelerini anlatıyor Pirselimoğlu. Yine çok gerçek ve çok doğru. Planları, dili ve biçimiyle daha olgun bir sinema yapmış üstelik. “Burası Türkiye” dedirten bir öykü anlatmış yeni baştan; başkaları gibi Disneyland’da geçen öyküler yerine. İnadına bildiğini okumuş; uzun planlarından taviz vermemiş; inandığı gibi yaklaşmış duruma. Hayatın ritmini, an be an yanımızdan geçen insanın hikâyesini yakalamış. Suç-ceza-vicdan meseleleri yine mevcut. Umutsuz, kapkara, çıkışsız, sessiz bir resmin içerden, doğru ve çıplak çizimi “Saç”. Ayberk Pekcan, Nazan Kesal ve Rıza Akın, çok sık rastlanmayacak, gerçek performanslar sergiliyorlar. Her sahneyi en ince ayrıntısına kadar planlayan Pirselimoğlu’na kamerada eşlik eden Ercan Özkan ve övgüye değer sanat yönetimiyle Natali Yeres, bu kalıcı resmin diğer yaratıcıları olarak anılmalılar. Suç, ceza, vicdan, ölüm, yoksunluk, yalnızlık, sistemden nemalanamayan terk edilmiş ruhlar, çıkışsızlık, sevgisizlik ve insanı sarıp sarmalayan boğucu karanlık…
Rainer Marie Rilke’nin ünlü romanı “Malte Laurids Brigge’nin Notları” şöyle başlar: ‘Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar. Burası ölünecek yer desem daha doğru…’. Bu satırlarla oldukça paralel “Saç”ın özü ve sanırım birçoğumuz hızla kısalan boylarımızı ölçmekten çoktan vazgeçtik… Bir de şu; Rilke’nin ‘Yalnızlık’ adlı şiirindeki gibi her şey: “Erselik saatlerde yağar yere. Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar, umduğunu bulamamış, üzgün yaslı ayrılınca birbirinden gövdeler ve insanlar karşılıklı nefretler içinde. Yatarken aynı yatakta yan yana; akar, akar yalnızlık ırmaklarca.”



SON DURAK 5
Başrolü bizzat ‘ölüm’ün kendisine veren, seri katil olarak ‘azrail’i kullanan korku-gerilim, beşinci bölümüyle karşımızda. Uçak kazası, lunapark faciası, otoyol kazası, yarış pisti felaketi derken, bu kez açılış sahnesinde bir köprünün çöküşüne tanık oluyoruz. Ardından artık ezberlediğimiz üzere, bir grup genç bu feci kazadan kurtuluyorlar ama henüz yaşadıklarına sevinemeden, ölüm yeniden peşlerine düşüyor. Jeffrey Reddick ve James Wong ikilisinin 2000’de yarattıkları sevilen serinin yeni bölümünün yönetmen koltuğunda ilk uzun metrajını çeken Steven Quale oturuyor. Genç aktörlere eşlik eden tecrübeli isimler Courtney B. Vance ile ilk bölümde de rol almış ve ‘ölümün bir kurgusu olduğu gerçeğini’ gençlere duyuran ‘bay ölüm William Bludworth’ rolüyle, Tony Todd. Emektar aktör, türün meraklıları için 1992 tarihli “Candyman” ile gerçek bir kült haline gelmişti. Oldukça ‘cool’ ve ‘gizemli’ takılan Todd, özellikle final sahnesiyle, orijinal filme saygılarını sunan ve direkt gönderme yapan yapıma renk katmış. Bir bakıma, hikâyenin başlangıcına dönüyor serinin yeni filmi. Fakat ölümün gençler için hazırladığı tuzaklar artık oldukça yavan ve tahmin edilebilir. Daha doğrusu artık ilginç ölüm şekli kalmadığına karar verilmiş ve ‘elimizden gelen budur’ şeklinde kotarılmış senaryo. Yine de serinin ve türün hayranları için izlenir bir film duruyor perdede.


KÖTÜ ÖĞRETMEN
Özel hayatı fırtınalarla dolu, uyuşturucularla sıkı fıkı, ağzı bozuk, ahlaki açıdan asla örnek teşkil edemeyecek, ‘öğretebilirliği’ tartışılır bir öğretmen ve amaçları için kullandığı her türlü araç… Cameron Diaz’ın başrolü üstlendiği komediyi, usta yönetmen Lawrence Kasdan’ın oğlu olan ve 2002 tarihli “Orange County” ile beğeni toplayan Jake Kasdan yönetmiş. Justin Timberlake, Jason Segel ve Lucy Punch, filmin diğer isimleri. Film, Michelle Pfeiffer’ın başrolü üstlendiği 1995 tarihli “Dangerous Minds / Sakıncalı Düşünceler“in hicvi gibi. Orijinal şarkısından, ince detaylara dek direkt göndermeler mevcut. Aynı şey, 1988 yapımı “Stand and Deliver” için de geçerli. 1967 tarihli “To Sir, with Love / Sevgili Öğretmenim” ve 1984 yapımı “Teachers / Öğretmenler” de bu göndermelerden nasibini almış diğer yapımlar. Nedense bazı anlar oldukça kaba saba, sıradan, kötü esprilere sırtını dayayan film, ilginçtir; - az da olsa - ters köşe oluşlara ve incelikli nüanslara da sahip. Bu zıtlık, perdeye yansıyan komediyi ‘tartışmalı’ hale getiriyor. Diaz ve idealist meslektaşını canlandıran Lucy Punch başta olmak üzere, oyuncu kadrosu elinden geleni yapmış.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar