Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

09 ARALIK 2011

08 Aralık 2011 Perşembe 21:50
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta, vizyonun bütün filmleri notlarımız arasında. Üç yerli filmin de aralarında olduğu seçki, hemen her beğeniye sesleniyor. İçinizdeki ‘sinemadan çıkmış insan’ı çok uzun süre yaşatmanız temennisiyle iyi seyirler!

KAZANMA SANATI
İlk uzun metrajı “Capote” ile En İyi Yönetmen dalında Oscar adayı olan Bennett Miller’ın yeni filmi Michael Lewis adlı ekonomist-yazarın ‘Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game’ adlı araştırma kitabından uyarlanmış. Gerçek ve sıradışı başarı öyküsü, biyografik bir spor dramında işlenmiş. Oakland Athletics adlı beysbol takımının ‘farklı’ genel menajeri Billy Beane, ‘kazanmak’ için, istatistik değerlere ve rakamlara önem veren genç Yale mezunu Peter Brand ile ele ele verir ve yeni yöntemlere başvurarak, beklentilerin ötesinde alışılmadık bir oyuncu kadrosuyla yola çıkar. Küçülen takım, büyüyen başarılara imza atacaktır ve eğer ümit edilen başarı gerçekleşirse, bu olay spor tarihinde bir devrim anlamı taşıyacaktır aynı zamanda. Filmin yapımcıları arasında olan Brad Pitt’in başrolü üstlendiği filmde, ‘Judd Apatow tayfasından’ sevimli ve göbekli Jonah Hill ve usta isim Philip Seymour Hoffman da rol alıyorlar. Robin Wright ise filmin konuk oyuncuları arasında. Brad Pitt’in belki de perdedeki en iyi performansını sergilediği yapım, anlatımı, meseleye yaklaşımı ve ‘büyük resmin içersindekini’ bambaşka bir yerden incelemesiyle takdire şayan. Eşit rakamların konuşmadığı spor dünyasında başarı için gerekli olan ufak ama önemli ayrıntılar. Sporun anatomisi; örneğin mağlubiyet sonrası üzülmenin anlamı, soyunma odası, idareci, antrenör odaları, stadyum koridorları, takım tarihinin ruhu, eski fotoğraflarda gizlenmiş spor aşkı. Hiçbir rakamın akıl çelemediği idealizm, ‘oyunun doğasını sevip, inandığın’ için mücadele etmek. Sadece bunun içi… Kaybın değil, bir dahaki son maçı kazanabilme umudunun önemi…

JANE EYRE
İngiliz yazar Charlotte Brontë’nin (1816-1855) aynı adlı klasiğinden, Moira Buffini’nin senaryosuyla perdeye uyarlanmış dramı, Japon asıllı ABD’li yönetmen Cary Fukunaga yönetmiş. Romantizm akımının başucu eserlerinden olan ve sinemanın çok sevdiği karakterlerden biri Jane Eyre. Beyazperdeye pek çok kez yansıyan acı yüklü genç kadının 2011 versiyonu, sanırım en sadık Brontë uyarlamalarından biri olmuş ve kuşkusuz en etkili. Karakterlerin acıları, saklı duyguları ve dönemin ruh haritası, olabildiğine net yansımış perdeye. Eserin belki de görsel karşılığını çekmiş Fukunaga. Renk paletinden çekim açılarına, hüznün ve elemin, romantizmin, umutsuzluğun ve umudun gölgesi sinmiş peliküle. Tim Burton’un “Alice Harikalar Diyarında”sı ile keşfettiğimiz Mia Wasikowska, ‘Jane Eyre’in etle kemikle buluşmuş hali olarak duruyor karşımızda. Michael Fassbender ise özel bir ruh hali ve duruşla canlandırmış ‘Rochester’ karakterini. Brontë kardeşlerden Charlotte’nin; yarı karanlık, gerilimli, keder dolu ama sevginin sözlük anlamıyla yazılmış enfes metni, perdede ayrı bir naiflikle duruyor. Cary Fukunaga’nın takip edilmesi gereken isimler listesindeki yerinin yanına bir artı koyup; Adriano Goldman’ın, Victoria dönemini; iliklerimize kadar hissettirdiği görüntü yönetimine de dikkat çekiyoruz. Son derece detaycı sanat yönetimi, Beethoven ve Mozart’ın 4 ve 11 numaralı piyano sonatlarıyla birleşerek yüreği okşuyor. Yaşadığımız dünyada ‘şiirin’ ölmediğine dair umut dolu bir kanıt “Jane Eyre”.

YANGIN VAR
“120”, “O… Çocukları”, “Deli Deli Olma” ve “72. Koğuş” ile tanıdığımız Murat Saraçoğlu, yeni filminde, kanımca kendi sinemasının en iyi örneğine imza atmayı başarmış. Mizah ve hüznün birbirine karıştığı bir yol filmi “Yangın Var”. Trabzon’un Çayırbağı beldesi, bölgede çıkan yangınlara daha rahat müdahale etmek için çevre illerden itfaiye aracı bulamaz. Diyarbakır Belediyesi, dost eli uzatarak, Çayırbağı’na bir itfaiye aracı hibe eder. Karadenizli İtfaiye şoförü Koşman, arabayı almak üzere bütün ön yargılarıyla birlikte Diyarbakır’a gider ve orada Belediye görevlisi Asya ile tanışır. Dönüş yolculuğuna beraber çıkan ikili, birçok yangın yaşanan memleket yollarını kat ederlerken, türlü maceralar yaşayacak ve önyargılar yerini anlayışa bırakacaktır. Son derece sevimli, naif, sıcak komedi-dram, gerçek bir olaydan esinlenerek uyarlanmış perdeye. Aynı filmdeki gibi; 2010 Mart ayında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Çayırbağı Belediyesi’ne bir itfaiye aracı bağışlamış ve Araç- Trabzon’da şüphe üzerine durdurulmuş… Osman Sonant ve Nesrin Cavadzade’yi başrole taşıyan filmde konuk oyuncu olarak, Erkan Can, Yavuz Bingöl ve Şerif Sezer rol alıyorlar. Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın Kutusu” filminde problemli erkek kardeş rolünde izlediğimiz ve bu rolüyle 16. Altın Koza’da ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ seçilen Osman Sonant’ın performansı yine çok iyi. Bu arada, film başlı başına bir “Selvi Boylum Al Yazmalım” güzellemesi. Atıf Yılmaz’ın ölümsüz eserine içten saygılarını sunan film, ana karakterlerinden birine de ‘Asya’ adını vermiş. Güzel, içten, doğru, son derece naif, sıcak mı sıcak bir film var perdede. Memleket meselelerini kaşıyan, onlara dürüst bakma gayretinde, ne söylediğini ve nasıl söylediğini bilen, biçim olarak da temiz bir iş “Yangın Var”. Görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış’ın kamerasından, müziklerine, oyuncularından, anlatımına dek iyi bir film son tahlilde karşımızdaki.

AŞKIN FORMÜLÜ YOK
Asperger Sendromu, sosyal etkileşimde zorluklar ve sınırlı, stereotipik ilgi ve etkinliklerle tanımlanan otistik spektrum bozukluklarından biri olarak adlandırılıyor. Sendrom üzerine cevaplanmamış birçok soru var fakat uzmanlar, sendromun bir hastalık ve bir engellilikten çok bir ‘farklılık’ olarak tanımlanması görüşünde. Beyazperdeye de sık sık konu olan bir durum Asperger Sendromu. Adam Elliot imzalı, 2003 tarihli Avustralya yapımı animasyon “Mary ve Max”, bu meseleyi, sıcacık bir dostluk öyküsünde işlemişti. Bu kez, Asperger Sendrom’lu bir başka karakter, Simon ile tanışıyoruz. İsveç’in geçtiğimiz yıl, ‘En İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olan yapım, kardeşi Sam ile yaşayan Aspergerli Simon’un aşkı bulmasını öykülüyor. 1985 doğumlu genç yönetmen Andreas Öhman’ın ilk yönetmenlik denemesi, kısmen başarılı sayılabilir ama anlatılmamış, yapılmamış, denenmemiş hemen hiçbir şey yok gibi filmde. Biçim, anlatı, atmosfer vasatta seyrediyor. Üstelik mevzunun çok daha iyisini bir animasyonda izlemiş durumdayız. Yine de, zorlanmadan, sempatik biçimde işlenmiş öykü. Uzayda yaşadığını düşünen ve yörüngesinden memnun halde teneke bir kazanın içine saklanarak dış dünyayla bağlantısını kesen Simon ve etrafındakilerin öyküsü, sıkılmadan izleniyor. Uzay, fizik ve matematik bilimlerinin, yönetmenin ilgi alanına girdiği çok belli.

AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM
“Amerikalı”nın ardından yirmi yıla yakın suskun kalan usta yönetmen Şerif Gören’in sinemaya geri dönüşü, Necati Cumalı’nın ünlü öykü kitabına adını veren hikâyesiyle olmuş. Taşrada yaşayan insanların cinsel hayatı, taşrada cinselliğe bakış, din, ahlak, ahlaksızlık, baskı, kadın, erkek, namus ve namussuzluk. Aslında çok önemli, bütün bir toplumu ilgilendiren ‘derin’ meseleler. Bir Ege kasabasının tutucu fonunda bir anne ve iki kızının yalnız başınalığı… Popüler televizyon dizilerinden tanıdık oyuncu kadrosunu yönetmiş Gören. Ayça Bingöl, Hazal Kaya, Selin Şekerci ve Fırat Çelik’e, Fırat Tanış, Ali Düşenkalkar ve Hakan Boyav gibi güçlü karakter oyuncuları eşlik ediyorlar. Ayvalık, Çeşme ve Alaçatı görüntüleri eşliğinde anlatılan hikâye, maalesef kitaptaki etkileyiciliğini perdeye taşıyamamış. Sinema büyüsünden söz etmek zor ve anlatı güçlü değil. Şerif Gören gibi bir ustadan beklenen haliyle ‘başka başka’ olunca, hayal kırıklığı kalıyor geriye.

İZ
Tayfur Aydın’ın ilk uzun metrajı, düzgün biçimi ve önemli meselesine rağmen sırıtan diyaloglara, oluşlara, kimi kaba hatlı izahlara kurban gidiyor. Kesinlikle kötü değil ama sanki ıskalanmış, kaçmış bir fırsattan söz eder gibi filmin ardından kalanlar. Etkileyici, yürek sökücü öykü, daha ince, daha olgun, daha köşesiz, daha insancıl işlenseydi keşke. Annesine verdiği sözü tutmak için parçalanan oğul, gizleriyle hayata veda eden kadının acısı, topraklarından koparılmış insanların suskun öfkeleri, yürekleri nasırlaştıran acılar… Necmettin Çobanoğlu’nu başrole taşıyan dram, Yavuz Ekinci’nin ‘İncir’ adlı öyküsünden uyarlanmış perdeye. İstanbul, Diyarbakır ve Batman’da çekilen “İz”in oyuncu kadrosunda Serdar Orçin’de yer alıyor. Emre Konuk imzalı görüntü yönetimi, oldukça özenli ve anlatının ruhunu başarıyla destekliyor.
MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar