Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

01 NİSAN 2011

02 Nisan 2011 Cumartesi 23:16
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

Bu hafta vizyona merhaba diyen film sayısı altı. Meş / Yürüyüş, Hop Dedik: Deli Dumrul ve ünlü ´Kırmızı Başlıklı Kız´ masalından uyarlanan fantastik korku Kız ve Kurt haftanın izleme şansı bulamadığım üç filmi. Diğer üç yapım ise notlarımız arasında. İyi seyirler!

ATLIKARINCA
İlksen Başarır´ın ikinci uzun metrajı ´´Atlıkarınca´´ iddialı bir sosyal sorumluluk projesi sanki. Kanayan yara ´ensest´, aile içi ´cinsel taciz´ öyküsü, sinema büyüsünden uzak, başarılı bir canlandırma olarak ele alınabilir. Yapımın, ülkemizde bu can acıtan çok önemli meseleye ilk kez değinmiş olması ve dillendirilmesi güç bir tabuya dokunması açısından cesaret yüklü bir iş olduğu kesin. Fakat bir sinema filminden başka şeyler bekliyor insan; üstelik bir sinema yazarıysanız. Uluslararası pek çok başarılı örneğini izlediğimiz film, keşke sosyal sorumluluk projesinden daha fazlasını ifade etseydi. ´´Atlıkarınca´´nın, Başarır´ın ilk filmi ´´Başka Dilde Aşk´´tan daha iyi olacağını bekliyordum. Yönetmen maalesef bu kez başaramamış. Bir de şu, ´ülkemizde ilk kez yapıldı´, ´ülkemiz ölçeğine göre´ tespitleri... Tamam güzel de, konuştuğumuz şey, sinema. Türkiye ölçeği, Uruguay ölçeği, Meksika ölçeği, İngiliz ölçeği, Hollywood ölçeği, Honduras ölçeği diye ölçeklerden söz edilebilir mi? Kaldı ki Türkiye sinemasının, uluslararası arenada adını duyuran işlerle anılan bir sinema olarak gösterilmeye başlandığı ve genç sinemacıların yürekli işlerle umut saçtığı şu günlerde…

ARI KOVANINA ÇOMAK SOKAN KIZ
İsveçli yazar Stieg Larsson´un (1954-2004) çok satan Milenyum üçlemesinin ilk romanından uyarlanan ´´Ejderha Dövmeli Kız / The Girl with the Dragon Tattoo´´, Danimarkalı yönetmen Niels Arden Oplev imzalıydı. İskandinav, özellikle polisiye edebiyatta oldukça sivrilen İsveç mührünün etkisini ve atmosferini, kendine has bir estetik yapıyla perdeye yansıtmaya çalışan film, polisiye tatlar anlamında çok yeni bir lezzet içermese de, toplumsal değişim ve bozulmaya yönelik değinmeleriyle izlenebilir olmayı başarıyordu. Zengin ve üstün zekâlı araştırmacı-bilgisayar kurdu, aynı zamanda bir intikam meleği olan Lisbeth Salander ve ona destek veren cesur gazeteci Mikael Blomkvist… İki kahramanımız, Milenyum üçlemesinin ikinci filmi ´´Ateşle Oynayan Kız´´da bu kez, vahşice işlenmiş bir cinayet olayının içinde buluyorlardı kendilerini. Aslında üç cinayet vardı ortada ve hepsinin faili kahramanımız Lisbeth´ti… Popüler polisiye edebiyat üçlemesinin son halkası olan ´´Arı Kovanına Çomak Sokan Kız / The Girl Who Kicked the Hornet´s Nest´´in de ikinci bölümün yönetmeni Daniel Alfredson´un imzası taşıdığını belirtelim. Son bölümde işin aksiyon tarafı oldukça törpülenmiş ve azaltılmış. Daha çok diyaloglar söz konusu. İzleyiciyi, finaldeki mahkeme hesaplaşmasına hazırlayan anlar, öykünün özünü oluşturuyor… ´Lisbeth´i canlandıran Noomi Rapace´nin tanımı güç, tuhaf çekiciliği ve yarattığı anti kahraman modeli fikrimce üç filmin ortak itici gücü. Fransız polisiyesinin damakta bıraktığı tadın müptelası olmuş bir sinema yazarı olarak, kuzeyden esen bu popüler örneğe gösterilen ilgiyi bir türlü anlayamasam da, sevenlerine olan ´mesafeli´ saygımdan ötürü rahatlıkla izlenebilir olduğunu söyleyebilirim. Sadece filmin, hızla içi boşalan bu erozyon çağında bile bana heyecan verecek en ufak bir detay içermediğini belirtmem gerek.


GÜNEŞİN KARANLIĞINDA
Ünlü polisiye yazarı Michael Connelly´nin aynı adlı romanından (Connelly, Clint Eastwood´un ´´Kanlı İş / Blood Work´´ adlı filminin uyarlandığı kitabın da yazarıydı) uyarlanan suç dramı, sabit bir ofis yerine gezicisini tercih eden, bu yüzden işlerini, şoförünün kullandığı Lincoln marka arabasının arka koltuğundan yürüten Avukat Mickey Haller ile tanıştırıyor bizi. Matthew McConaughey´nin canlandırdığı karakter, işini bilen, karizmatik bir ceza avukatı. Sokakları ve suçluları gayet iyi tanıyan, savcı eşinden ayrılmış avukatımız, suçlu ve suçsuz ayırt etmiyor, ama babasının sözü hep aklında; ´müvekkilinin suçsuz olması kadar korkunç bir şey yoktur´… Genellikle adi, sıradan suçlarla ilgilenen Mickey Haller bir gün, Beverly Hills zengini genç bir adamın çağrısıyla karşılaşıyor. Cinayete teşebbüsle suçlanan genç adam suçsuz olduğunu söylemekte.
Başlangıçta kolay para kazandıracak gibi gözüken basit dava, kısa süre içinde kahramanımızı acı dolu bir vicdan muhasebesine ve tehlike dolu bir serüvene sürüklüyor. Ryan Philippe, Maris Tomei, Josh Lucas, John Leguizamo ve usta aktör William H. Macy gibi önemli oyunculara sahip kadronun omuz verdiği dedektif öyküsü, sınıfsal değinileri, ahlak, adalet ve hukuk kavramına olan samimi yaklaşımı, sürükleyici temposuyla, vasatın üzerinde durmayı başarıyor.

MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar